Ana Sayfa Blog Sayfa 2

Afrika Gökyüzü Üzerinde

0
Afrika Gökyüzü Üzerinde

Hess

Samanyolu’ndaki bazı kaynaklar o kadar kuvvetlidir ki aşırı yüksek enerjili radyasyon üretirler. Kainatın derinliklerinden Dünya’ya doğru ilerleyen bu radyasyon, atmosferde ışıktan hızlı hareket eden yüksek enerji parçacıkları üretecek şekilde Dünya’nın atmosferiyle etkileşebilir. Bu aşırı hızlı hareket eden parçacıkları, kendi özgün mavi ışıltısını oluşturur ve bu ikincil radyasyon da yerdeki hassas teleskoplarla tespit edilebilir. 2003’ün başlarından bu yana, Yüksek Enerji Stereoskopik Sistem (ya da H.E.S.S. – kozmik ışınların kaşifi Victor Hess’in onuruna seçilen bir kısaltma), Evren’de bilinen en yüksek enerjili kaynaklardan bazıları tarafından üretilen bu ikincil radyasyonu inceliyor. H.E.S.S. gözlemevi, Namibya’nın Khomas Platosu’nda yer alan bir optik teleskop dizisi ve Afrika, Avrupa, Avustralya ve Japonya’dan 40 kadar bilimsel enstitünün oluşturduğu uluslararası bir işbirliği tarafından işletiliyor. Yukarıdaki görsel, Samanyolu’nun düzlemindeki kaynakların çok yüksek enerji gama-ışın emisyonunun (turuncu), 15 yıldan uzun süreli gözlemle elde edilen derin bir görüntüsü. H.E.S.S. Galaktik Düzlem Taraması görüntüsü, Namibya gökyüzünün H.E.S.S. teleskoplarından birinin de ön planda olduğu bir optik görüntüsü üzerine eklenmiş. Bu derin H.E.S.S. taraması, nötron yıldızları, kara delikler, yıldızlar ve galaksimizin diski içinde saklanan diğer güçlü ve yıkıcı kaynaklar tarafından üretilen yüksek enerjili radyasyonun şaşırtıcı doğası hakkında daha önce hiç anlaşılmamış bilgileri açığa çıkarıyor.

Görsel & Referans: F. Acero; H.E.S.S. Collaboration (Astronomy & Astrophysics 2018, vol. 612, p. 1)

Görünmez Evreni Dinlemek

0
Görünmez Evreni Dinlemek

W2

Dünya’nın ötesindeki uzayın keşfi, büyük oranda tek bir duyu, görme kullanılarak yürütüldü. Büyük patlamadan modern zamanlara kadar, kainata dair bilgimizin çoğu, bir tür ışık emisyonunun analiziyle elde edildi. Uzun bir süre için, bilgimiz gözlerimizin hassas olduğu dar ışık bandını üreten olaylarla sınırlıydı, ama şimdi hassaslığımızı tüm elektromanyetik radyasyon spektrumuna, hatta görünmez olan kısımlarına kadar genişlettik. Ama X-ışınları ya da radyo bantları yayınlayan yıldızlar gibi görünmez kaynakları incelemek, bu bilgiyi duyularımızın anlayabileceği bir şeye çevirmeyi gerektiriyor. Tarihsel olarak, bu görme duyusuydu. Ama kendimizi sınırlamak için bir sebep yok. Şimdi eğer isterseniz görünmez X-ışın Evreni’ne dokunabilirsiniz. Sesleştirme olarak bilinen bir işlem yardımıyla dinleyebilirsiniz de. Sesleştirme, görsel bilgiyi sese dönüştürür. Bu da evreni, doğadaki gözlerden kaçabilecek ince örüntüleri ortaya çıkaran, tamamen yeni bir yolla keşfetmemizi sağlıyor. Bu işlem, Chandra X-ışın Merkezi’ndeki insanlar tarafından büyüleyici X-ışın görsellerini sese dönüştürmek için kullanıldı. Yukarıdaki görsel, genç yıldızlardan oluşan dev bir kümenin, Westerlund 2’nin kompozit bir X-ışın (Chandra X-ışın Gözlemevi’nden) ve optik (Hubble Uzay Teleskobu’ndan) görüntüsü. Daha parlak olan kaynaklar yüksek seslere karşılık gelirken bir kaynağın dikey konumu, sesin frekansına ya da perdesine karşılık geliyor ve hoş bir kozmik senfoni ortaya çıkarıyor. Siz de buna kulak verin.

Görsel & Referans: X-ışın: NASA/CXC/SAO/Sejong Univ./Hur et al; Optik: NASA/STScI; Sesleştirme: NASA/CXC/SAO/K.Arcand, SYSTEM Sounds (M. Russo, A. Santaguida)

Buz Üstünde 10 Yıl

0
Buz Üstünde 10 Yıl

IceCube

Nötrinolar gizemli “hayalet parçacıklar”, evrendeki kütlesi olan en bol parçacıklardır. Neredeyse ışık hızında uçarlar ve nükleer reaksiyonlarla evrenin yapısının belirlenmesinde önemli rol oynarlar. Astronomların, görülmüş en güçlü ve enerjik süreçlerin yerini tam belirlemesine yardımcı olurlar. Ama diğer atom altı parçacıklarla nadiren etkileşime geçtikleri için nötrinoların yakalanması ve tespit edilmesi zordur; aslında her saniye vücudunuzdan trilyonlarca nötrino geçer. Nötrinoların varlığı 1930’ların başında, özellikle Wolfgang Pauli tarafından öngörülmüştü, ama 1950’lerin başına kadar gerçekten gözlenemediler. Nötrinoların tespit edilmesi bu kadar zor olduğundan görmeyi umut edebilmek için nötrino “teleskopları”nın çok büyük olması gerekir. Kozmik nötrinoların türünü ve kökenini inceleyen en soğuk tesis, Wisconsin-Madison Üniversitesi’nin öncülük ettiği uluslararası bir işbirliği, IceCube Nötrino Gözlemevi. IceCube adını (ve soğukluğunu) Antarktika’da yer almasından ve dev bir nötrino detektörü olarak bir kilometre küplük buz tabakası kullanmasından alıyor. IceCube yakın zamanda işleyişinin 10. yılını kutladı ve bu sürede, evrendeki yüksek enerjili nötrinoların ekstrem kaynakları hakkında ödüllü keşifler yaptı. Yukarıdaki görsel, Wisconsin-Madison Üniversitesi öğrencisi Maria Prado’nun pişirdiği ve süslediği IceCube 10. yıl dönümü pastası. Buz tabakası üzerinde duran IceCube tesisinin (ölçeksiz) bir modelini temsil ediyor ve aşağıda jöle toplarından “detektör modülleriyle yukarıda gece gökyüzü ile güney ışıkları var. Bayraklar, IceCube İşbirliği’ne üye ülkeleri temsil ediyor. IceCube tarafından yapılan keşifler sadece daha fazlası için iştahımızı kabartıyor ve gelecekteki leziz yeni sonuçları bekliyoruz. Bu arada, tüm on yıllık IceCube verileri artık bilim camiasına ve halka açık. Bir dilim alın ve hangi lezzetli gizemleri çözebileceğinizi görün.

Görsel: IceCube collaboration; Maria Prado (UW-M)

İkaz Lambaları – Dikkatli İlerleyin

0
İkaz Lambaları – Dikkatli İlerleyin

Dünya üzerindeki yaşam belki yaklaşık 4 milyar yıl önce, Dünya şimdiki yaşının yalnızca 10’da biri kadarken başladı. Dünya örneği, uygun noktalarda bulunan gezegenler için yaşamın gezegen yeterince soğuduktan hemen sonra ortaya çıkabileceğini gösteriyor. Dünya’da bunun tam olarak nasıl olduğu bilinmiyor. Galaksideki, ya da diğer galaksilerdeki başka yıldızların çevresinde bunun ne sıklıkla gerçekleştiği de bilinmiyor. Gezegenlerin oluşumuyla bu gezegenlerin çevresinde döndükleri genç yıldızlar arasında oldukça karmaşık bir etkileşim var. Genç yıldızlar kararsızdır; şimdi orta yaşlı olan Güneşimizde gözlenen en güçlü güneş patlamalarından defalarca kat daha güçlü enerjik fışkırmalara yatkınlardır. Tahminen Güneşimiz de nispeten haşarı bir çocukluk geçirdi. Genç yıldızların güçlü fışkırmaları, moleküllerden elektronları soyarak ve küçük katı taneler, daha sonra çakıllar, daha sonra kayalar ve en sonda da karasal gezegenler oluşturmak üzere birleşmelerini sağlayarak gezegenlerin oluşmasına yardımcı oluyor olabilir. Güçlü yıldız parlamaları aynı zamanda bir gezegenin oluşmaktaki atmosferini uzaklaştırarak ve gezegenin yüzeyini iyonize edici tehlikeli radyasyonla kavurarak yeni oluşmuş dünyalardaki yaşamın gelişimini de engelleyebilir. Yıldız fışkırmaları güçlü X-ışın radyasyonu yayınladığından genç yıldızların X-ışın incelemeleri, yıldız parlamasının istatistiklerini ve gezegenler ile yaşamın oluşumu üzerindeki etkisini anlamamızı sağlayabilir. Yukarıdaki görsel, galaksinin büyük sayıda yeni yıldız oluşan bir bölgesinin, Lagün Nebulası’nın Chandra X-ışın Gözlemevi görüntüsü. Bilim insanları Lagün Nebulası ve diğer yıldız oluşum bölgelerindeki yıldızların değişen X-ışın emisyonunu inceleyerek, yeni doğmuş yıldızların parlamalarının sıklığını ve gücünü belirleyebilir, böyle parlamaların bu yeni yıldız sistemlerindeki yaşamın başlangıcını nasıl etkiliyor olabileceğini anlayabilirler.

Görsel: X-ışın: NASA/CXC/Penn State/K. Getman, et al.

Kümelerin Çarpışması

0
Kümelerin Çarpışması

Küme

Galaksi kümeleri, yani ortak kütle çekimleri tarafından bir arada tutulan yüzlerce ila binlerce galaksiden oluşan gruplar, evrendeki en büyük bağlı yapılardır. Evrendeki maddenin nasıl büyüdüğünü ve evrimleştiğini anlamak, büyük oranda kümeler ve galaksilerin evrimleştiği süreci anlamanın temelidir. Galaksi kümeleri gerçekten de muazzam Karanlık Madde yığınlarıdır; üye galaksilerdeki yıldızlar, kümenin toplam kütlesinin yalnızca küçük bir bölümünü meydana getirir. Yıldızlar kümedeki normal maddenin bile çoğunluğunu teşkil etmez; bu normal maddenin, protonlar, elektronlar, nötronlar ve diğer şeylerin büyük bölümü üye galaksiler arasındaki sıcak gazda bulunur ve bu gaz o kadar sıcaktır ki yalnızca X-ışın bandında ışıma yapar. Galaksi kümeleri diğer kümelerle (ya da çok sayıda kümeyle) bile kütle çekim bağları kurup “süperkümeler” oluşturabilir. Bazen bir küme bir diğeriyle çarpışabilir ve (uzayda büyük ve zamanda uzun ölçekte) kozmik havai fişekler üretir. Yukarıdaki görsel, Abell 1775 adı verilen kümenin Chandra X-ışın Gözlemevi’nden bir X-ışın  görüntüsü. Neredeyse bir milyar ışık yılı uzaktaki Abell 1775, gerçekte büyük bir taneye çarpan küçük bir alt kümeden meydana geliyor (en azından bu görüntü alınmadan bir milyar yıl kadar önce olan şey buydu). Görsel, bu devasa çarpışma tarafından karıştırılan ve sallanan sıcak küme içi gazın X-ışınlarını (mavi) gösteriyor.  Özellikle dikkat çekici bir şey, görüntünün merkezi yakınlarında, sola doğru eğilen özgün X-ışın “kuyruğu”. X-ışın görüntüsünün sol üstü yakınındaki keskin kenar, yoğunluk ve sıcaklığın aniden düştüğü bir “soğuk cephe”yi gösteriyor. Bu yapılar, kümelerin nasıl birleştikleri ve süperdev kara deliklerin büyümesini nasıl sağlıyor olabileceklerinin önemli bir kanıtı, ama bu yapıların küçük kümenin büyük olanın içinde sallanıyor ya da içinden geçip gidiyor olduğunun kanıtı olup olmadıkları hala tartışılıyor.

Görsel: NASA/CXC/Leiden Univ./A. Botteon et al.

Karanlıktaki Yankılar

0
Karanlıktaki Yankılar

Samanyolu dağınık bir yer. Herhangi bir yöne baktığınızda, galaksiye bakışınız görüşü örten ve yıldızların görünür renklerini değiştiren karanlık toz bulutları tarafından engelleniyor. Bunun ünlü bir örneği, takımyıldız Orion’daki Atbaşı Nebulası, ışıldayan gazdan parlak bir arka plan karşısında görülen karanlık bir toz bulutu. Toz; demir, silikon, oksijen, karbon ve diğer kompleks elementlerce zengileşmiş gazdan yoğunlaşmış bir katıdır. Ama evinizde bulabileceğiniz tozun aksine, galaksideki toz yaklaşık olarak dumandaki parçacıkların boyutunda olan çok küçük parçacıklardan oluşur. Toz aslında galaksinin hayati bir bileşenidir ve doğanın yıldızlarla gezegenleri oluşturmasında önemli bir rol oynar. Toz kendini asıl olarak arka plandaki ışığı engelleyerek belli ettiğinden, herhangi bir görüş hattında toz bulutlarının mesafesini ya da galaksimizdeki tozun gerçek dağılımını belirlemek zor. Ama toz, arka plandaki ışığı örtmenin yanında aynı zamanda saçar da, bu da tozun nerede saklanıyor olabileceğine dair basit bir geometrik ipucu verir. 2015’te V404 Cygni adı verilen bir çift sistemindeki bir kara delikte güçlü bir patlama gerçekleşti. Kara delik yakındaki bir yoldaş yıldızdan madde çekiyor ve biriktiriyor. Bu birikim işlemi her türden radyasyon üretiyor, ama kararsız ve bu da elektromanyetik spektrum boyunca  ani radyasyon parlamalarına yol açıyor. Patlamaların X-ışınları, uzayda bize doğru ilerlerken, X-ışınların bir kısmını bize doğru saçan toz bulutlarının içinden geçmişler. Bu saçılma işlemi, bir ses yankısının bir vadinin duvarından sekmesine benziyor, ama bu vakada V404 Cygni’deki patlamanın X-ışınları tozdan görüşümüze sekerken X-ışınlarında bir ışık yankısı görüyoruz. Gecikmeli yankılar V404 Cygni etrafındaki halkalar şeklinde görülüyor ve halkaların görünür çapı, toz bulutlarının bize uzaklığına bağlı: yakın toz bulutları, V404 Cyg’e daha yakın uzak toz bulutlarından daha büyük görünen halkalar üretiyor. Chandra X-ışın Gözlemevi’nden bu X-ışın görüntüsü, V404 Cygni’deki patlamanın yankılanan X-ışınlarının halkalarını (güzel bir optik görüntünün üzerine eklenmiş olarak) gösteriyor. V404 Cygni, halkaların tam merkezinde yer alıyor. Geçici patlamaların yankıları, galaksideki tozun yapısını anlamamızı sağlıyor.

Görsel: X-ışın: NASA/CXC/U.Wisc-Madison/S. Heinz et al.; Optik/IR: Pan-STARRS

Karıştır

0
Karıştır

galaksiler

Galaksilerarası uzay şaşırtıcı şekilde kalabalık ve galaksilerin arasındaki çarpışmalar şaşırtıcı şekilde yaygın. Galaksi çarpışmaları güçlü, süpersonik şok dalgaları ortaya çıkarır ve bu şok dalgaları yeni yıldızların oluşumuna sebep olup diğer türlerde galaktik faaliyete güç verir (ve galaksilerin bir türden diğerine evrilmesini bile sağlayabilir). Bunun güzel bir örneği, IC 2163 (soldaki galaksi) ve NGC 2207 (sağda) olarak bilinen iki spiral galaksinin çarpışması yukarıda gösteriliyor. Görsel, (Chandra X-ışın Gözlemevi’nden) pembe bir tonla gösterilen X-ışın emisyonunun, Hubble Uzay Teleskobu’ndan kırmızı, yeşil ve mavide bir optik görüntünün ve Spitzer Uzay Teleskobu’ndan kırmızıda bir kızılötesi görüntünün birleşimi. X-ışın emisyonu, yıldızlar ve aynı zamanda X-ışın çiftleri, yani talihsiz bir yoldaş yıldızdan madde biriktiren kompakt cisimler arasındaki sıcak gazın konumunu belirliyor. Bu X-ışın çiftlerinden bazıları olağan dışı şekilde güçlüler ve sıra dışı şekilde büyük bir sayı (28), Aşırı Parlak X-ışın Kaynakları’nın (kısaca ULX) nadir bir sınıfına dahil oluyor. Hubble görüntüsü, normal yıldızlar ve yıldız kümelerinin yerlerini gösterirken Spitzer görüntüsü, yeni yıldızların oluşabileceği yoğun gaz akıntılarında gömülü tozun konumunu belirtiyor. Birleşme, yılda 20 Güneş kütlesinden daha yüksek, Samanyolu’ndaki mevcut yıldız oluşum hızının yaklaşık 20 katı bir hızda yıldızlar oluşturuyor. Yaklaşık 5 milyar yıl içinde (Güneşimiz sona ulaştığı sıralarda), Andromeda bizimle çarpıştığında yerelde gerçekleşecekleri bekleyin.

Görsel: X-ışın: NASA/CXC/SAO/S.Mineo et al, Optik: NASA/STScI, Kızılötesi: NASA/JPL-Caltech

Kürasyon

0
Kürasyon

arşiv

Bilimsel keşifte astronomik arşivler önemli bir rol oynar. Arşivler daha önce elde edilen gözlemleri saklar, ama aynı zamanda bu gözlemleri araştırmak ve analiz etmek araçlar da sağlar. Arşivli verinin analizi, bilim insanlarının beklenmeyeni araştırmasına, veya yalnızca büyük örneklerin dikkatli analizi sayesinde görünür olan konuları açıklığa kavuşturmalarına imkan verir. Chandra ve XMM-Newton X-ışın gözlemevleri gibi büyük görevler, gözlemlerini ustaca ölçecek, işleyecek ve depolayacak bilim merkezlerine sahipler. Yukarıdaki görseller, Chandra X-ışın Gözlemevi tarafından elde edilen ve Chandra Veri Arşivi tarafından yayınlanan, çok güzel arşivli görüntüler. NASA uydularının yüksek enerji X-ışın ve Gama-ışın gözlemlerini korumak ve saklamak adına, NASA 1990’da Yüksek Enerji Bilim Arşivi Araştırma Merkezi’ni (HEASARC) kurdu. HEASARC, uzay temelli gözlemevlerinden yüksek enerji gözlemlerine merkezileşmiş erişim sağlıyor. Yalnızca yüksek enerji uzay gözlemevlerinden verileri yönetmekle kalmıyor, aynı zamanda bu verilerin yorumlanmasında analiz yazılımları ve uzmanlık da sunuyor. HEASARC astronomların, yıldızlar, kara delikler, nötron yıldızları ve galaksilerin özelliklerini geniş bir enerji aralığında incelemek ve bu cisimlerin zamanla nasıl değiştiklerini belirlemek üzere bir uzay gözlemevinin verilerini diğeriyle karşılaştırmalarına izin veriyor. Ama arşiv verilerini araştırmak sadece profesyonellere özgü bir iş değil. SkyView sanal gözlemevi gibi araçlar, herkesin modern arşivli astronomik verilerin altın madenini keşfetmesini sağlıyor. Siz de kendi keşiflerinizi yapın ve maceraya katılın!

Görsel: NASA/CXC/SAO

Jüpiter’in Taçları Açığa Çıktı

0
Jüpiter’in Taçları Açığa Çıktı

Jüpiter Auroraları

Dünya gibi, Jüpiter’in de kendi kuzey ve güney ışıkları, yani auroraları var. Bu ışıklar, uzaydan gelen iyonlarla gezegenin atmosferinin, kuzey ve güney manyetik kutuplar yakınında etkileşmesiyle üretiliyor. Jüpiter’in auroraları Dünya’nınkilerden çok daha kuvvetli, X-ışınları üretecek kadar güçlüler. Jüpiter’in X-ışın aurorası aynı zamanda zonkluyor ve tuhaf şekilde, güney auroraları oldukça düzenli biçimde zonklar gibi görünürken kuzey auroraları daha rastgele değişiyor. X-ışın aurorasının kökeni ve garip davranışı, çoktandır gizemini koruyor. Ama şimdi XMM-Newton X-ışın gözlemevinin uzun bir gözlemi ve Juno’nun (Jüpiter’in yörüngesindeki bir uydu görevi) gözlemlerinin bilgisayar simülasyonlarıyla birleştirilmesi sayesinde, bilim insanları Jüpiter’in zonklayan X-ışın auroralarının 40 yıllık gizemini nihayet aydınlattılar. Bu birleşik çalışmalar, Jüpiter’in güçlü manyetik alanıyla Güneş’ten gelen parçacık rüzgarı arasındaki etkileşimin, gezegenin üzerinde Jüpiter büyüklüğünde elektromanyetik dalgalar tetiklediğini gösteriyor. Bu dalgalar, uydusu Io’daki volkanik püskürmeler tarafından üretilen ve Jüpiter’in manyetik alanında hapsolmuş elektrik yüklü kükürt iyonlarının, Jüpiter’in manyetik kutuplarına doğru manyetik alan çizgileri boyunca periyodik olarak yağmalarına sebep oluyor. Yukarıdaki illüstrasyon, hapsedilmiş iyonların (ölçeksiz!) Jüpiter’in manyetik alanı boyunca, X-ışın auroralarını oluşturmak üzere manyetik kutuplara doğru nasıl hareket ettiklerini gösteriyor. Bu süreci anlamak, bilim insanlarının benzer iyon-manyetik alan etkileşimlerinin diğer gezegenlerde ve uzayın başka yerlerinde nasıl işliyor olabileceğini daha iyi anlamalarını sağlıyor.

Görsel: Yao/Dunn/ESA/NASA

Kara Delikleri Bulmak İçin Dikkatli Bakmak

0
Kara Delikleri Bulmak İçin Dikkatli Bakmak

Kara delik

Kara delikler saklanmakta iyilerdir. Eğer aktif olarak beslenmiyorlarsa, onları bulmanın tek pratik yolu dönerken çevrelerindeki uzay zamanı bükmeleri, ya da çarpıştıklarında ürettikleri kütle çekim dalgalarıdır (veya teorik olarak, yok olduklarında ürettikleri radyasyon fışkırmasıdır). Aktif olarak beslenen (yakınlarındaki büyük miktardaki maddeyi yutmaları anlamında) kara delikler, yutulmakta olan madde yassı bir diskte ve son olarak kara deliğe doğru spiraller çizerken ürettikleri muazzam X-ışın emisyonuyla fark edilebilirler. Ama beslenen kara deliklerin pek çoğu besbelli yerken izlenmekten hoşlanmıyorlar. Kara deliği ve birikim diskini, Chandra X-ışın Gözlemevi veya XMM-Newton gibi teleskopların X-ışın görünümünden saklayan kalın bir engelleyici madde halkasıyla çevrelenmiş olabilirler. Ama NuSTAR sert X-ışın gözlemevi burada imdada yetişiyor. NuSTAR, kara delikleri sarmalayan en kalın halkaları bile delebilen en yüksek enerjili X-ışınlarını tespit edebiliyor. 19 adet yakın, X-ışınlarında sönük galaksinin NuSTAR gözlemlerinin kullanıldığı yeni bir çalışma, gerçekte neredeyse tamamının galaksi merkezi yakınlarında aktif olarak beslenen süperdev kara delikler içerdiğini, ama engelleme yüzünden sönük göründüklerini gösterdi. NuSTAR çalışması yalnızca bu sistemlerdeki aktif olarak beslenen kara delikleri belirlemekle kalmıyor, evrendeki süperdev kara delik popülasyonunun tümüne dair daha bütünlüklü bir resim elde etmemizi de sağlıyor.

Görsel: NASA/CXC/M.Weiss

Gölge Biliyor mu?

0
Gölge Biliyor mu?

Samanyolu

Evrende şu anda gözlenen şiddetli cisimler arasında “TeV kaynakları” listenin en tepesine yakınlar. Bu TeV kaynakları, elektromanyetik spektrumda en yüksek enerji kuşağı yakınlarında olan teraelektronvolt enerji aralığında, görünür ışıktan yaklaşık bir milyar kat daha enerjik radyasyon üretirler. TeV kaynakları yer temelli teleskoplar kullanılarak, rölativistik atom altı parçacık yağmurlarının, bu yüksek enerji fotonları Dünya atmosferine çarptığında oluşturduğu ışığın sönük parlaması izlenerek tespit edilirler. Bu TeV kaynaklarına güç veren gizemli fiziksel süreçleri anlamak için, bilim insanları gökyüzünün sert X-ışın ve gama-ışın enerjilerindeki büyük ölçekli haritalarını kullanırlar. X-ışın ve gama-ışın haritaları optik gök haritalarında bulmazı zor ekstrem türde cisimlerin yerlerini tam olarak göstermekte iyi olduklarından böyle haritalar önemlidir. Uluslararası Gama-ışın Astrofizik Laboratuvarı (daha yaygın adıyla INTEGRAL), sert X-ışın ve gama-ışın gökyüzünü keşfetmek üzere tasarlanmış bir uzay teleskobudur. Bunu, gökyüzünün büyük bölgelerinde yıldızlar, kara delikler, nötron yıldızları, galaksiler ve yıldız patlamalarının kalıntıları tarafından düşürülen X-ışın ve gama-ışın gölgelerini tespit ederek yapar. INTEGRAL, Ekim 2002’deki fırlatılışından bu yana yüksek enerji gökyüzünü araştırıyor ve bu sayede, TeV kaynağı karşılıklarını avlarken aşırı yararlı olan, etkileyici bir gök haritaları ve diğer veriler arşivi oluşturdu. Yukarıdaki görsel, INTEGRAL tarafından gözlendiği şekliyle, Samanyolu’nun diskinin sert X-ışınlarında sahte renkli bir haritasını gösteriyor. İşaretli kaynaklar, tespit edilen TeV kaynaklarından bazıları. Tespit edilen bu TeV kaynakları, INTEGRAL kaynak karşılıklarına sahipler, bu da onları bilinen galaktik ve galaksi dışı kara delikler (ve diğer türlerden tanımlanmış aşırı cisimler) olarak doğruluyor. İlginç biçimde, bu TeV kaynaklarının önemli bir bölümü sınıflandırılmamış olarak duruyor ve hala kesin olarak tanımlanmayı bekliyorlar.

Görsel: ESA; INTEGRAL; A. Malizia et al. (2021)

Bebek Magnetarın Güçlü Gürültülü Bağırışı

0
Bebek Magnetarın Güçlü Gürültülü Bağırışı

Magnetar

Evrendeki en güçlü mıknatıslar magnetarlar, yani dev yıldızların, onlara güç veren nükleer yakıt tükenip yıldızın merkezinin aşırı yüksek yoğunluklara (yaklaşık vücudunuzdaki atom çekirdeği yoğunluğu kadar) çökmesi, bu sırada (neredeyse aynı anda) yıldızın geri kalanının bir süpernova olarak dışarı patlamasından sonra geriye kalan ezilmiş kalıntılarıdır. Dev yıldızlar genelde çok zayıf manyetik alanlara sahip olsalar da çekirdeğin sıkışması sırasında manyetik alan kuvvetlenir, Dünya yüzeyindeki manyetik alandan yaklaşık bir trilyon kat daha güçlü hale gelir. Magnetarlar ekstrem türde nötron yıldızlarıdır, ama sıradan bir nötron yıldızının manyetik alanının yaklaşık 1000 katı güçte manyetik alanları vardır ve genelde yalnızca X-ışın ve gama-ışın emisyonlarından tespit edilirler (sıradan nötron yıldızları ise genellikle güçlü radyo yayıncılarıdır). Sadece birkaç düzine magnetar biliniyor. Yukarıdaki görsel, mevcut en iyi bilimsel verilere dayanarak, bir magnetarın yüzeyinin sanatçı tasvirini gösteriyor. Görsel, magnetarın yüzeyini neredeyse kusursuz biçimde küresel olarak ve manyetik alanının karmaşık uzantılarını uzaya doğru uzar şekilde gösteriyor. Nötron yıldızları gibi magnetarlar da dönerler, ama bu genelde sıradan bir nötron yıldızından çok daha düşük bir hızda olur. 2020’nin başlarında Swift gözlemevi, daha önce bilinmeyen bir kaynaktan gelen, yarım milyon Güneş’i gölgede bırakacak kadar güçlü bir yüksek enerji emisyonu patlaması tespit etti. Swift, XMM-Newton X-ışın gözlemevi, NuSTAR sert X-ışın gözlemeviyle yapılan devam gözlemleri ve de Sardinia Radyo Teleskobu’nun kullanıldığı radyo gözlemleri, bu cismin yaklaşık 240 yaşında, şaşılacak derecede genç bir magnetar olduğunu gösteriyor. Şimdiye kadar keşfedilen en genç magnetar. Magnetar, yaklaşık 16.000 ışık yılı uzakta yer alıyor, yani magnetarın aktivitesi aslında 16.000 yıl kadar önce gerçekleşti. Tuhaf şekilde, magnetar aynı zamanda sıra dışı derecede parlak, periyodik bir radyo emisyonu da gösterdi. Bu gözlemler, cismin (dönüş enerjisinin radyasyona çevrimiyle parlayan) daha yaşlı nötron yıldızlarıyla (manyetik enerjinin radyasyona çevirimiyle parlayan) genç magnetarlar arasında olağan dışı bir köprü olabileceğini gösteriyor.

Görsel: ESA; P. Esposito et al. (2021)

Merkezi Sarmalamak

0
Merkezi Sarmalamak

Samanyolu

Dünya, galaksimizin merkezinden çok uzakta. Bu da iyi bir şey. Samanyolu’nun merkezi, ölümcül dev yıldızların (patlamadan önce tehlikeli, yüksek şiddette UV radyasyonu üreten saatli bombalar) yanı sıra çok sayıda X-ışın yayınlayan nötron yıldızı ve (elbette galaksinin tam merkezindeki dört milyon Güneş kütleli canavar Sgr A* da dahil) bir sürü kara delikle dolu tehlikeli bir yer. Ama uzaktan güvenli şekilde bakıldığında, bu aşırı cisimler galaksi merkezini şaşılacak derecede ilginç bir yer haline getiriyor. Samanyolu’nun merkezinin, radyo ve X-ışın görüntülerinin kullanıldığı yeni bir incelemesi, galaksinin merkezi yakınlarındaki bu tuhaf alanın şimdiye kadarki en iyi görünümünü sunuyor. Yukarıdaki görsel, Samanyolu’nun merkezi çevresindeki 1000’e 2000 ışık yılı boyutlarındaki bir bölgenin, tam renkli yüksek çözünürlüklü Chandra X-ışın Gözlemevi X-ışın görüntüsü. X-ışın görüntüsüne, gittikçe daha yüksek X-ışın enerjilerini (ve gittikçe daha ekstrem olayları) temsil eden turuncu, yeşil, mavi, mor renkler verilmiş. X-ışın emisyonu, yıldızlardan ve diğer ayrı kaynaklardan, ayrıca büyük ve dağınık aşırı ısınmış, iyonize gaz bulutlarından geliyor. Kompozit görüntü aynı zamanda siyah ve gri renklerde, Güney Afrika’nın MeerKAT radyo teleskop dizisinden bir radyo görüntüsünü de gösteriyor. Radyo görüntüsü, küçük bir mıktanısın manyetik alanının demir tozu kullanılarak takip edilebilmesi ya da sıcak gazın Güneş’teki manyetik alan ilmeklerini takip etmesine benzer şekilde, galaksinin iç bölümü boyunca dolanan manyetik alanları izleyen ince gaz şeritlerini açığa çıkarıyor. Bilim insanları, bu galaktik manyetik alanda saklanan enerjinin serbest kalmasının, Samanyolu’nun merkezinin ısınmasında ve belki de kozmik ışınların hareketinde önemli bir rol oynayabileceğini düşünüyorlar.

Görsel: X-ışın: NASA/CXC/UMass/Q.D. Wang; Radyo: NRF/SARAO/MeerKAT

LISA & Kıpırdayan Evren

0
LISA & Kıpırdayan Evren

LISA

Evren çoğunlukla uzaydaki dev cisimler tarafından yayınlanan radyasyonun miktarı ve türü ölçülerek incelenir. Ama Evren aynı zamanda cisimlerin yayınladığı “kütle çekim radyasyonu” veya “kütle çekim dalgaları”yla da incelenebilir. Kütle çekim dalgaları Einstein tarafından öngörülmüşlerdi ve elektrik yüklü cisimlerin ivmelenmesiyle elektromanyetik dalgaların üretilmesine benzer şekilde, dev cisimlerin ivmelenmesi tarafından üretilirler. Ama kütle çekim dalgaları, uzay zamanın kendi okyanusunda, geçerken hem uzayı hem de zamanı uzatan ve sıkıştıran dalgalardır. Yakın zamanda LIGO tarafından kütle çekim dalgalarının tespit edilmesi ve LISA Pathfinder görevinin muhteşem başarısı, uzay temelli bir kütle çekim dalga detektörüne olan ilginin artmasına yol açtı. Lazer İnterferometre Uzay Anteni görevi, ya da kısaca LISA, şu anda ESA ve NASA tarafından geliştirilme aşamasında. LISA, Güneş çevresindeki yörüngesinde Dünya’yı takip eden, birbirlerinden 2,5 milyon kilometre uzakta, bir üçgen formasyonunda uçan 3 adet uzay aracından meydana geliyor. Dünya’nın yanından geçen kütle çekim dalgaları, uzay araçlarının arasındaki mesafeleri değiştirecek ve astronomların, kütle çekim radyasyonunun kaynağının gücünü ve doğrultusunu belirlemelerini sağlayacak. Yukarıdaki görsel, diğer iki araca, uzay gemilerinin ayrıklıklarını kesin olarak ölçmek için kullanılan lazer ışınlarıyla bağlı LISA uzay araçlarından birisini gösteriyor. LISA’nın 2030’larda fırlatılması bekleniyor.

Görsel: ESA

Anti-Yıldızların Başlangıcı mı?

0
Anti-Yıldızların Başlangıcı mı?

Anti-yıldızlar

Maddesel bir dünyada yaşıyoruz. Anti-madde dünyasının, yani asıl olarak anti-maddeden meydana gelenin aksine. Evren’in başlangıcında, eşit miktarda madde ve anti-madde üretilmiş olması gerektiğinden bunun neden böyle olduğu temel bir bilmece. Evren’in taraf seçmesi bizim için iyi bir şey, çünkü madde ve anti-madde temas ettiklerinde yok olur ve birleşik durgun kütlelerini enerjiye dönüştürürler. Bu yüzden eşit madde ve anti-madde parçaları olan bir evrende gezegenler ya da insanlar gibi şeyleri oluşturmak zordur. Madde ve anti-madde arasındaki asimetrinin küçük olduğunu düşünüyoruz, öyle ki her bir milyar anti-madde parçacığına karşılık bir milyar ve bir madde parçacığı mevcuttu; bu küçük fazlalıktan da evrenin yapısı doğdu. Evren’de şu anda var olan, genelde nötron yıldızları veya kara deliklerin çevresindeki yüksek enerjili süreçler tarafından üretilen, yalnızca eser miktarda anti-madde gördük. Peki ama Büyük Patlama’dan hemen sonraki müthiş madde ve anti-madde yok oluşundan geriye kalan anti-madde kırıntıları olabilir mi? Fermi Gama-Işın Uzay Teleskobu’nun 10 yıllık verilerinin kullanıldığı yeni bir çalışma, anti-madde yıldızlarının, ya da “anti-yıldızlar”ın evrende var olup olamayacağını inceledi. Bir anti-yıldız çoğunlukla, hidrojenin aksine, bir anti-proton (negatif yüklü bir proton) ve yörüngesindeki bir pozitron (pozitif yüklü bir elektron) içeren anti-hidrojenden oluşmuş olurdu. Eğer bir anti-yıldız, uzayda bir parça maddeyle karşılaşırsa, bunu takip eden yok oluş, Fermi tarafından tespit edilmesi olası bir gama-ışın emisyonu üretecektir. Yukarıdaki görsel, 10 yıllık periyodda Fermi tarafından görüldüğü şekilde tüm gökyüzündeki gama-ışın emisyonunun haritasını gösteriyor. Beyaz daireler, muhtemel anti-yıldızların konumlarını, gökyüzünün Fermi’nin gördüğü gama-ışınlarının bir anti-yıldızdan beklenen gama-ışınlarıyla uyumlu olabileceği bölgelerini gösteriyor. Ama, bu kaynakların gerçekten anti-yıldızlar olup olmadıklarını söylemek için çok erken ve “normal” kara delikler veya nötron yıldızları gibi diğer aşırı fakat daha yaygın cisimler, Fermi’nin gördüğü gama-ışın emisyonunu açıklayabilir. Ama bunlar gerçekten de anti-yıldızlarsa, çevrelerinde anti-insanların yaşadığı anti-gezegenler de olabilir mi?

Görsel: S. Dupourque/IRAP

Titanyum Pınarları

0
Titanyum Pınarları

Cas A

Yıldızlar kimyasal fabrikalarıdır ve daha basit bileşenlerden kompleks elementleri oluşturdukları yol iyi bilinmektedir. Yıldızların bu ürünleri nasıl dağıttıkları ise o kadar iyi anlaşılmış değildir. Yüksek kütleli yıldızların, saatte milyonlarca kilometrelik hızlarda ilerleyen, her sene yıldızdan yaklaşık bir Dünya kütlesi kadar madde taşıyan devasa yıldız rüzgarları önemli bir rol oynar. Yıldızdan galaktik komşuluğuna (veya ötesine) kimyasalları aktarmanın en önemli yolu süpernova, yüksek kütleli bir yıldızın çekirdeğindeki termonükleer yakıtın tükenmesini takip eden patlamadır. Bir süpernova sırasında, yıldız çekirdeği, yani yıldıza güç veren ve kütle çekime karşı durmasını sağlayan fırın, enerji üretmeyi keserek çekirdeğin ve yıldızın iç kısmının içeri çökmesine yol açar. Bu teorik çöküş bir şekilde, gerçek bir patlamaya çevrilir ve yıldız kendini parçalar. Bu içe düşüşten dışa akışa değişimin nasıl gerçekleştiğiyse kesin değil ve bir tartışma konusu. Daha önceki teorik modeller, nispeten basit fizik kullanarak bir yıldız patlaması üretme konusunda tamamen başarısız oldular. Daha modern modellerse, nötrinolar adı verilen atom altı parçacıkların patlamada anahtar rol oynadığını öne sürüyor. Nötrinolar, bir diğer adıyla “hayalet parçacıklar”, normal koşullar altında maddeyle pek etkileşmedikleri için tespit edilmeleri zordur. Gerçekte her saniye siz farkında olmadan, ya da herhangi bir olumsuz etkiye maruz kalmadan yaklaşık 100 trilyon tane nötrino vücudunuzdan geçer. Ama çöken bir yıldızın merkezi yakınlarında aşırı yüksek yoğunluklar ve sıcaklıklar altında, nötrinolar belirgin bir basınç ortaya çıkarabilir ve yıldızın içinde, süpernova patlamasının oluşmasında önemli bir rol oynayan “kabarcıklar” oluşturabilir. Yukarıdaki görsel, Cas A süpernova kalıntısının (Hubble Uzay Teleskobu’ndan bir optik görüntünün üzerinde eklenmiş) Chandra ve NuSTAR X-ışın gözlemevlerinden X-ışın görüntüsü. Farklı renkler, süpernova püskürüğündeki farklı elementler (demir-turuncu, oksijen-mor, magnezyuma kıyasla silikon miktarı-yeşil, titanyum-NuSTAR’dan, açık mavi) kodluyor ve farklı elementlerin atılmış sıcak gazda farklı oranlarda bulunduğunu gösteriyor. Chandra ve NuSTAR gözlemlerinde görülen elementlerin, özellikle krom ve titanyım dağılımlarının detaylı bir incelemesi, bu elementlerin, nötrino kabarcık patlaması modellerinde görülenlere çok benzer yoğunluk ve sıcaklıklarda oluştuğunu gösteriyor.

Görsel: Chandra: NASA/CXC/RIKEN/T. Sato et al.; NuSTAR: NASA/NuSTAR; Hubble: NASA/STScI

Dev Yengeç Zonklaması

0
Dev Yengeç Zonklaması

Yengeç Nebulası

Pulsarlar, düşük enerjili radyo dalgalarından aşırı yüksek enerji gama-ışınlarına kadar elektromanyetik spektrumun neredeyse tümünde ışınım hüzmeleri üreten, çok güçlü manyetik alanlara sahip dönen nötron yıldızlarıdır. Pulsar dönerken bu hüzme (bir tür gök deniz feneri gibi) uzayı tarar, gözlenebilir bir radyasyon zonklaması oluşturur. Nötron yıldızlarının dönme periyodları aşırı kısa olabilir ve saniyede onlarca hatta yüzlerce kez (bir blenderın içinde dönen bıçak kadar hızla) dönebilirler. Pulsarlar sıra dışı saatlerdir ve Dünya’daki atomik saatlerin kesinliğiyle yarışırlar, ama dönme periyodları nötron yıldızı tarafından madde biriktirilmesi, ya da nötron yıldızının katı demir kabuğunun düzensiz kırılmalarıyla üretilen “yıldız depremleri” nedeniyle değişebilir. Zonklamaların artması ya da azalması genelde zamanda ya da zirve yükseklikle düzenlidir. Ama bazı pulsarlar, arada sırada, saniyenin birkaç milyonda birinde, normalden yüzlerce hatta binlerce kat daha parlak radyo zonklamaları gösterirler. Bu “Dev Radyo Zonklamaları”nın kökeni astrofiziksel bir gizem. Önceki çalışmalar, bu dev radyo zonklamalarının, görünür ışıkta görülen zonklamaların parlaklığındaki küçük artışlarla ilişkili olduğunu gösterdi. Yengeç Nebulası’nın (1054 yılında Dünya’dan görülen bir süpernovanın kalıntısı) kalbindeki pulsarla ilgili yeni detaylı bir çalışma, bu dev zonklamaların ne kadar enerjik olduklarına dair bilgimizi artırıyor ve bu olağan dışı zonklamaların nasıl üretildiklerini anlamamıza yardımcı oluyor. Yukarıdaki görsel, merkezdeki pulsardan (nebulanın merkezi yakınlarındaki parlak nokta) yaklaşık 5 ışık yılı dışarı uzanan Yengeç Nebulası’nın kompozit bir X-ışın, optik ve kızılötesi görüntüsü. Bu yeni çalışmada, Uluslararası Uzay İstasyonu’ndaki NICER cihazının 2 yıllık X-ışın gözlemleri yanında Kashima ve Usuda’daki Japon radyo teleskoplarının verileri kullanılarak milyonlarca X-ışın zonklaması analiz edildi. NICER gözlemleri, dev radyo zonklamaları sırasında X-ışın zonklamalarının zirvesinin %4 civarında yükseldiğini kesin olarak gösteriyor. Bu kulağa çok gibi gelmeyebilir, ama X-ışın radyasyonu radyo, hatta optik emisyondan çok daha enerjik olduğundan (NICER’ın gözlediği X-ışınların radyo emisyonundan bir milyon kat daha enerjikler) NICER’ın bulgusu, dev radyo zonklamaları sırasında yayınlanan toplam enerjinin, sadece radyo verilerine dayanan önceki tahminlere göre yüzlerce kat daha fazla olduğu anlamına geliyor.

Görsel: X-ışın: NASA/CXC/SAO; Optik: NASA/STScI; Kızılötesi: NASA-JPL-Caltech; NASA/NICER

M87’yi Ölçeklendirmek

0
M87’yi Ölçeklendirmek

Kara delik

Astrofiziksel açıdan konuşursak, kara delikler küçük cisimlerdir. Samanyolu’ndaki kara deliklerin “büyüklüğü” genelde yalnızca birkaç kilometre kadardır (ve pek rahatça olmasa da Dünya üzerindeki şehirlerin çoğunun sınırları içine kolayca sığabilirler) ve galaksilerin merkezlerinde bulunan en büyük (yani en büyük kütleli) kara delikler bile Güneş Sistemi’nden ancak biraz büyüktür. Küçük boyutlarına rağmen çok güçlü bir etkiye sahiplerdir; aktif kara deliklerin hepsi değilse bile çoğu, ışığa yakın hızlarda, galaksilerarası uzaya doğru kendilerini üreten kara deliğin büyüklüğünün milyonlarca katı boyunca uzayan parçacık jetleri atarlar. Bu jetlerdeki enerji ve madde fışkırması, galaksiden galaksilerarası uzaya doğru zenginleşmiş madde atılması ve galaksilerarası maddeyi içinden yeni galaksiler doğabilecek biçimde yeniden şekillendirmesiyle kozmik ekosistemde hayati bir rol oynar. Bunun tam olarak nasıl gerçekleştiği çok iyi anlaşılabilmiş değil. Aktif galaksi M87 astrofizikçilere, kara deliklerin jetleri atma şeklinin detaylarını anlamak adına eşsiz bir fırsat sunuyor. M87 merkezinde 6,5 milyar Güneş kütleli bir kara deliğe sahip ve bu şu anda doğrudan görüntülenen ve manyetik alanı ölçülen tek kara delik. Bu süperdev kara delik aynı zamanda, artık büyüklüğü, şekli ve enerjisi, elektromanyetik spektrumun neredeyse tamamını kapsayan uzay temelli ve yer temelli aşırı güçlü bir cihaz dizisi kullanılarak detaylı biçimde ölçülmüş bir parçacık jeti de atıyor. Yukarıda gösterilen montaj bu görsellerin bir birleşimi ve mesafe ölçeğinde yaklaşık 50 milyon katsayısıyla, 60 ışık saatinden 300.000 ışık yılına kadar olan bir büyüklük ölçeğini kapsıyor. Bu gözlemler bilim insanlarının, enerjinin jeti tek başına nasıl yaydığını ve böylesi jetlerin, bu kadar büyük mesafelerde nasıl bu kadar dar kalabildiklerini anlamalarına yardımcı oluyor.

Görsel: EHT Multi-wavelength Science Working Group; EHT Collaboration; ALMA (ESO/NAOJ/NRAO); EVN; EAVN Collaboration; VLBA (NRAO); GMVA; Hubble Space Telescope; Neil Gehrels Swift Observatory; Chandra X-ray Observatory; Nuclear Spectroscopic Telescope Array; Fermi-LAT Collaboration; H.E.S.S collaboration; MAGIC collaboration; VERITAS collaboration; NASA ve ESA

Uranüs’ün X-ışınları

0
Uranüs’ün X-ışınları

Uranüs

Modern zamanlarda keşfedilen ilk gezegen olan Uranüs, 1781’de astronom William Herschel tarafından gezegen olarak tanımlandı. Herschel gezegeni “deli kral” III. George’un onuruna isimlendirmeyi önerdi, ardından gezegen için pek çok başka isim de teklif edildi, ama nihayetinde astronom Johann Bode’nin Uranüs (Yunan gökyüzü tanrısı) ismi önerisi kabul edildi. Uranüs sıra dışı bir gezegen, dönüş ekseni gezegenin yörüngesiyle neredeyse aynı düzlemde olduğu için yana yatmış şekilde dönüyor gibi görünen halkalı bir buz devi. Bu tuhaf dönüş, gezegen 84 Dünya yılı süren yörüngesinde ilerlerken aşırı mevsimler ve fırtınalar üretiyor. Çok iyi anlaşılamamış olsalar da Uranüs (ve kuzeni Neptün) gibi buz devleri, Güneş Sistemi dışında belirlenmiş gezegen sistemleri arasında oldukça yaygınlar. Chandra X-ışın Gözlemevi ilk kez, Uranüs’ün bir X-ışın emisyonu kaynağı olduğunu gösterdi. Yukarıdaki görsel, gezegenin Chandra’nın Yüksek Çözünürlüklü Kamera’sı tarafından elde edilen ve Keck gözlemevi tarafından alınan bir optik görüntüsünün üzerinde eklenen X-ışın (mor) görüntüsünü gösteriyor. Bu X-ışın emisyonunun kökeni henüz bilinmiyor. Emisyonun büyük bölümü muhtemelen Güneş’ten gelen X-ışınlarının gezegenin atmosferi tarafından yansıtılmasından kaynaklanıyor, ama kutup auroralarının emisyonu ya da yüklü parçacıkların Uranüs’ün buz halkalarıyla etkileşiminden doğan (kuyruklu yıldızlarda X-ışın emisyonu üreten süreç) X-ışınları da buna dahil oluyor olabilir.

Görsel: X-ışın: NASA/CXO/University College London/W. Dunn et al; Optik: W.M. Keck Observatory

Çörek

0
Çörek

Kara delik

Kara delikler söz konusu olduğunda, içeri giren şey geri gelmez (öyle olduğunu sanıyoruz). Kara delikler, çevrelerindeki maddenin birikmesiyle büyürler, gittikçe daha fazla madde yutarken gittikçe daha fazla kütle kazanırlar. Bu maddenin doğruca içeri düşmediğini, bunun yerine bir giderden boşalan su gibi, olay ufkunda aşağı doğru spiraller çizerken kara deliğin çevresinde döndüğünü düşünüyoruz. Bu süreç ilk kez, radyo dalgalarında ışıldayan halka tatlısı benzeri bir madde çemberiyle çevrelenmiş bir gölgeyi, M87 galaksisinin merkezindeki kara deliğin gölgesini tespit etmeyi başaran devasa bir bilimsel işbirliği olan Olay Ufku Teleskobu (EHT) tarafından görüntülendi. Ama EHT yalnızca kara deliğin gölgesini görüntülemekle kalmadı, aynı zamanda radyo emisyonunun polarizasyonunu da ölçtü. Işık ya da radyo dalgaları gibi bir elektromanyetik dalganın EHT tarafından gözlenen polarizasyonu, elektromanyetik dalganın salınım düzleminin eğim ölçüsüdür. Yukarıdaki görsel, sağ üstte EHT tarafından görülen ışıldayan radyo emisyonu çemberinin merkezinde, M87’nin kara deliğinin gölgesinin artık ünlü olan görselini gösteriyor. Sol üstte, M87’nin kara deliğini çevreleyen maddenin radyo dalgalarının polarizasyonunun EHT ekibi tarafından dikkatlice analiz edilmesiyle elde edilen, geliştirilmiş kara delik görüntüsü var. Polarizasyon analizi, görselde görülen ve kara deliğin yakınında parıldayan madde boyunca sarılan manyetik alanın doğrultusunu izleyen eğri çizgileri çiziyor. Bu ölçümler, kara deliğin yakınındaki manyetik alanın gücüne dair bir tahmin sağlıyor ve şaşırtıcı şekilde zayıf, Dünya’nın manyetik alanından yalnızca 30 kat veya daha az güçlü olduğunu gösteriyor. Analiz aynı zamanda, kara delikten kaçan muazzam jetin manyetik kökenini açıklamaya da yardımcı olabilir.

Görsel: EHT Collaboration (üst); Getty Creative (alt); E. Siegel